---000---
bulunan bu az sayılı halkların tümü Kafkas kökenli araştırmacılar tarafından “Çerkes” olarak adlandırılmaya başlanmıştır4.
Osmanlı Devleti yükseliş dönemiyle birlikte Kafkasya’ya yönelik planlar yapmakta olup, 1500’lü yıllarda Don-Volga nehirlerini birleştirme çabalarının gerisinde Türkistan ile birleşme gayreti yatmaktadır. 1578’de Osmanlı Devleti Lala Mustafa Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa ve Ferhat Paşa gibi kumandanlar sayesinde Dağıstan’a kadar geniş bir bölgede nüfuz tesis etmiştir. İslam’ın bölgede silinmez bir şekilde yerleşmesinde ise Osmanlı Devleti‘nin Kafkasya Soğucak Valisi Ferah Ali Paşa tesirli olmuştur.5 Bu durum
Rus Çarlığı, Osmanlı Devleti ve bölgede Şiiliği yaymak isteyen İran arasında ciddi mücadelelerin yaşanmasına sebep olmuştur.
Ruslar, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da artan nüfuzuna mani olmak için Kafkasya’yı kontrolleri altına almaları gerektiğini düşünerek ve aynı zamanda da Büyük Petro’nun( 1682-1725 ) meşhur vasiyetnamesi ile Rusya’nın doğu siyasetini şekillendirmeye karar vermişlerdir. Bu vasiyette Petro söyle demektedir: “...Rusya devletini, dünya devleti yapabilmek için, onun başkentinin, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul olması lazımdır. Acele ve noksansız olarak çalışıp, İstanbul’un batı topraklarına sahip olmak gerekir. Şüphesiz ki İstanbul’a sahip olan Şah, dünyada ilahi şah olacaktır. Bu maksadın hedefine ulaşabilmesi için, daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekmeli, kavga ve savaş çıkarılmalıdır. Bu iş için Sünni ve şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar en keskin silah ve yenilmez ordudur. Lazımdır ki (fitne-fesatla) onlar birbirleri ile hiçbir zaman anlaşamasınlar. Hem İran, hem de Türkiye’nin Avrupa halkları ile temas etmesine imkân vermemeli. Eğer bu ülkelerin Müslümanları gözlerini açıp hukuklarını anlayacak olurlarsa, o bize büyük bela olacaktır’’.6. Petro bu amaç doğrultusunda, Karadeniz’de inşaat tezgâhları inşa edilerek, yavas yavas bu denizle Baltık denizinin ele geçirilmesini de vasiyet etmiştir
Petro’nun vasiyetinden de anlaşılacağı gibi, Hindistan ve İstanbul, yani Boğazlar dünya ticaretinde önemli merkezler olup, bu bölgeleri elinde tutan devlet, dünyanın gerçek hâkimi olabilecektir. Rusya, bundan dolayı İran Körfezine ulaşarak, Suriye yolu ile eski doğu ticaretini yeniden kurmayı planlarken, diğer taraftan da Karadeniz’i kontrolü altına alma çabası içinde olmuştur. Bu sebeple de, Rus çarlığı tarih boyunca İran’ı Hindistan’a ulaşma açısından Karadeniz’i ise sıcak denizlere çıkış açısından önemli stratejik noktalar olarak görmüştür. Takip edilen bu politika sebebiyle, Kuzey Kafkasya bu stratejik noktaları ele geçirmede, önemli bir bölge haline gelirken, Kafkas tarihini dolayısıyla da Çerkeslerin kaderini de yakından etkilemiştir7.
A - Kafkasya’da Siyasî Gelişmeler(Osmanlı-Rus Mücadelesi)
XVIII. Yüzyıl başlarında Çar I. Petro, bu amaç doğrultusunda yapmış olduğu reformlarla Rusya’yı dünya çapında bir devlet haline getirmeye muvaffak olmuştur. Bu süreçte, vasiyetinde de belirmiş olduğu gibi, Osmanlı Devleti ve İran arasında uzun yıllardır sürmekte olan hâkimiyet mücadelesinin, iki devlet üzerinde yaptığı tahribattan da faydalanmak istemiştir. Çar, İran ve Türkistan üzerinden Hindistan’a ulaşmak, ticarî gelişmelerini sağlamak, ipek, bakır ve pamuk gibi hammadde kaynakları ile seyrek nüfuslu toprakları ele geçirmek arzusundadır. Fakat onun için hepsinden önemlisi Kafkasya geçitlerinin stratejik konumudur. Ancak buralar alındıktan sonra diğer hedeflere ulaşabilecektir. Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemine girdiği ve İran’ın iç karışıklıklar içerisinde çalkalandığı bu dönemle birlikte, Kafkasya üzerinde Rusya’nın hâkimiyet mücadelesi de ağırlık kazanmaya başlamıştır8.
XVIII. Yüzyılda Rusya’nın Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu mücadelelerde de başarılı olduğu görülmektedir9. 1768–1774 yılları arasında altı yıl süren Osmanlı-Rus savaşında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Rusya’nın Kuzey Kafkasya üzerinde hak iddia etmesine yol açan maddeleri kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır Kırım’a bağımsızlık verildiği gibi, Rusya Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Ortodoks tebaa’nın da koruyucusu rolünü üstlenmiştir10. Rusya,1783 tarihînde işgal etmiş olduğu Kırım’ı, 1792 tarihînde imzalanan Yaş Antlaşması ile tamamen hâkimiyeti altına almıştır. Aslında 1783 tarihînde Kırım’ın Rusya’nın işgaline girmesi, Kuzey Kafkasya’nın 1864’teki sonunun da başlangıcı olmuştur. Çünkü Rusların, Kafkasya’ya girmeleri ile birlikte Çerkes- Rus mücadelesi de başlamıştır11. Osmanlı Devletinin Kafkasya üzerinden Türkistan’a yol bulmak amacıyla başlamış olan Kafkasya’ya hükmetme çalışmalarının tamamıyla başarısız olması üzerine, Çerkesler ve Ruslar arasındaki mücadele artmış, bu durum giderek Çerkeslerin aleyhine gelişmeye başlamıştır12.
Osmanlı Devleti 14 Eylül 1829 tarihînde imzaladığı Edirne Anlaşmasıyla da, Kafkasya ve Gürcistan üzerindeki bütün hâkimiyet haklarını Rusya’ya terk ettiğini açıklamıştır. Ancak Kafkasya halkı bu anlaşmayı kabul etmemiştir13. Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya siyaseti, 1856 Paris Anlaşmasıyla tamamıyla sona ermiştir14. Rus Çarı II. Aleksandr bu durumdan istifade ederek, Kafkasya’nın kesin olarak fethedilmesine karar vermiş ve bu amacına uygun olarak Gnr. Prens Baryatinski’yi Kafkasya Genel Valiliğine tayin etmiştir. Böylece Kafkas halkı, Rusya’nın bilinçli baskı politikalarına maruz kalmaya başlamıştır1515. Gnr.Baryatinski, önce Kırım’ı abluka altın alarak deniz yoluyla yardım gelmesini engellemiş, daha sonra da Doğu Kafkasya’yı ve Batı Kafkasya’yı hâkimiyet altına almak için Şeyh Şamil üstüne harekât başlatmıştır1616.
B- Rusya’nın Kafkasya’ya Hâkim Olması ve Büyük Çerkes Muhacereti
Kırım ile Kafkasya’da Rus hâkimiyetinin kesin olarak teşkil edilmesi, bölgedeki hadiselere farklı bir nitelik kazandırmıştır. Rusya siyasî ve askerî bakımdan hâkim olduğu her coğrafya parçasına, ekonomik, siyasi ve kültürel alanda da hâkim olmak şeklinde özetlenebilecek bir imparatorluk politikası takip etmiştir. Çarlığın ele geçirdiği her karış toprak için ya sürgün ya da asimilasyon ve Hıristiyanlaştırma olarak güdülen bu amaç, Kırım ve Kafkasya için de geçerli olmuştur. Çar hükümetinin çeyrek asırlık mücadele neticesinde elde ettiği Kafkasya’nın imparatorlukla bütünleştirilmesine yönelik politikası, buradaki kabileleri ya Rus hâkimiyetini kabul etmek ya da dışarıya göç etmek seçenekleri arasında tercih yapmak mecburiyetinde bırakmıştır17.Böylece, Kafkasyalıların, Kırım savaşı sonrasında başlayan bağımsızlık mücadelesinde başarısız olmaları, büyük kitle göçlerinin/sürgünlerinin sebebini teşkil etmiştir. Bu tarihî arka planda cereyan eden siyasî ve askerî hadiseler, bölgenin Ruslar tarafından kontrol altına alınmasına yönelik gelişmelerin sadece bir boyutu olup, göçlere/sürgünlere yol açan sebepler de bu gelişmeler arasında yer almaktadır1818.
Rusya’dan, Osmanlı Devleti’ne yapılan Müslüman göçünü/sürgününü üç başlık altında incelemek mümkündür.
1- 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması sonrasında başlayıp,1853 Kırım Savaşı’na kadar devam eden göçler / sürgünler,
2-Kırım Savaşı sonrasında Rusya’nın yoğun baskıları sebebiyle yapılan daha büyük ölçekteki göç/sürgün,
3- 1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda daha yoğun ve acılı bir şekilde gerçekleşmiş olan göç/sürgün1919.
Araştırmamıza konu olan hadise, Kırım savaşı sonrasında mecburi olarak yapılmış olan büyük Çerkez muhaceretidir. İnsanlık tarihi kadar eski olan göç/muhaceret kavramı, genel olarak insan ve insan topluluklarının bulundukları bölgelerden, geçici veya sürekli olmak üzere başka bölgelere gitmeleri ve yerleşmeleri suretiyle meydana gelen bir “yer değiştirme” hareketi olarak kabul edilmiştir2020.
Göç olgusu insanlık tarihi boyunca toplumların hayatında her zaman yer almış olup, ilk çağlardan günümüze kadar varlığını sürdüren, en basit tanımı ile iktisadi, sosyal veya siyasi sebepler yönünden insanların, toplulukların yer değiştirmesi olarak tanımlanmaktadır. İki türlü göç olup, iç ve dış olarak tasnif etmek mümkündür. İç göçler sosyal, iktisadi vb sebeplerle meydana gelirken, dış göçlerde daha çok zorlama ve baskı vardır.
Dış göçler, çok acılı bir süreç sonunda gerçekleşmiş olup, insanlar yüzyıllarca yaşadıkları topraklardan ayrılmaya zorlanmışlardır. Özellikle de Kafkas göçleri, Rus Çarlığının asimilasyon ve zorlamaları sonucunda gerçekleşmiş olduğu için göç ifadesi, Çerkes muhaceretini açıklamak için çok hafif kalmaktadır2121.
Bu sebeple, Kuzey Kafkasya halklarının 1857–1883 yılları arasında büyük gruplar halinde vatanlarından ayrılmalarını göç olarak nitelendirmek mümkün değildir. Aynı zamanda bu hadiseyi, insanların kendi isteğiyle yeni fırsatlar aramak için vatanından ayrılması olarak açıklamak da mümkün değildir. Aslında bu, tamamıyla XIX. Yüzyıl boyunca Rusya’nın, Kuzey Kafkasya’ya hükmetme amacına yönelik saldırısına direnme süreci sonunda meydana gelmiş ve bizzat Rusya eliyle desteklenmiş bir sürgündür. Rusya, buradaki unsurlarla düşmanlık içinde bulunmuş ve onlara asla güvenmemiştir. Mutlak anlamda güvendiği toplulukları Kafkaslara yerleştirmek isteyip, bölge halkı da buna şiddetle tepki gösterince çatışma kaçınılmaz olmuştur22.
Osmanlı Devleti ve de Türkiye bu tür göçlere defalarca şahit olmuş ve de ev sahibi olmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Osmanlı Devleti ve yıkıntıları üzerine inşa edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal, ekonomik, kültürel dengelerinin şekillenmesinde en temel rol oynayan faktörlerden birisi de dış göç olmuştur.
Rusya, 1856’da Şeyh Şamil’in yenilgisinden sonra Doğu Kafkasya’nın işgalini tamamlayarak, tüm gücüyle Batı Kafkasya’yı hâkimiyeti altına almaya çalışmıştır23. Kırım savaşı sonrasında 1858’de, 1838 yılında hazırlanmış fakat uygulamaya sokulamamış olan Kafkas Komitesi’nin planı takip edilmeye başlanmıştır Bu plana göre, Kuzey Kafkasya halklarının üçte biri anayurtlarından göç ettirilerek bunların yerine Rus-Kossak Köylüleri yerleştirilecek ve bölgeye çarlık idari ve askeri personeli iskân edilecektir24. Bunun için de bölge halkını göç etmesi gerekmektedir. Rusya, 1859’da Doğu
Kafkasya’nın işgalini tamamladıktan sonra tüm gücüyle Batı Kafkasya’ya yüklenerek ele geçirmiş ve bunun akabinde de Kafkas halkı üzerinde baskılar başlamıştır. Çaresiz kalan Çerkes kabilelerinin bir kısmı Rus hükümetinden Osmanlı Devleti’ne hicret etme talebinde bulunmuşlardır. Bu isteklerine müsaade eden Rus hükümeti göç etmeyip vatanlarında kalmak isteyen halkı da uyararak burada kalmanın şartlarını kendilerine iletmiştir. Halkın kabul edilemez olarak gördüğü Rus hükümetinin şartları şunlardır:
1. Kafkas ahalisi dinlerini terk ederek Ortodoks Hıristiyanlığı seçecek,
2.Rus göçmenlerin ticaret ve ulaştırma merkezlerine iskân edilmeleri kabul edilecek, yerli Kafkas halkının zirai araç-gerecine ve hayvanlarına el konularak, Rus göçmenlerine angarya hizmette mecbur olacaklar,
3-İskân mahallerinde verimli araziler, Rus göçmenlerine bırakılacak, Kafkas halkı kendi arazisini, daha az verimli ve hatta kurak arazi ile değiştirmek mecburiyetinde kalacak,
4- Bütün Kafkas halkı silahlarını bırakacak, ya da Rus Ordusunda hizmet verecek,
5- Rus Çarının isteklerine kayıtsız şartsız itaat ederek, gösterilen mahallere yerleşilecek25.
Kafkas halkı için bu şartların yerine getirilmesi mümkün değildir Bu tehditler karsısında eğilmek istemeyen Kafkasyalılar, Rus nüfuzunun dışında kalan yerlerde mücadelelerini devam ettirmeye çalışmışlardır. Ancak Rusya’nın Kafkas halkını göçe zorlamak için her yola başvurduğu belgelerden anlaşılmaktadır26. Bir halk için en acı ve en zor şeylerden bir tanesinin dininin zorla değiştirilmek istenmesi ve başka bir devletin hâkimiyeti altına girerek bağımsızlığını kaybetmesi olduğu herkesçe kabul edilen bir olgudur. Rusya, Kafkas Müslümanlarını Hıristiyanlaştırmak için ‘Kafkas Müslümanlarını Hıristiyanlaştırma Cemiyeti’ adı altında bir teşkilat teşkil etmek suretiyle, tamamıyla bilinçli bir asimilasyon politikası takibine başlayıp, direnenleri de ya Sibirya’ya sürgün ya da idam cezasına maruz bırakmaya başlamıştır. Bu durumda Kafkas halkı için başka tercih kalmamıştır27.Nitekim Kafkas halkı da bütün zorlukları göze alarak Rus hâkimiyeti altına girip, Hıristiyan olmaktansa
kendisine en yakın olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ne göçü/sürgünü tercih etmek mecburiyetinde kalmıştır28.
1865’ten itibaren toplu göç ettirmeler/sürgünler doruk noktasına çıkmıştır29. Muhaceret (göç), “büyük göç”, “sürgün”, “soykırım”, ve “Yıstanbılak” (İstanbul yolculuğu) gibi adlarla anılan bu olay, tarihîn tanık olduğu büyük dramlardan biridir. Aradan 144 yıl (1864–2008) geçmesine rağmen, bu olayın sebepleri ve sonuçları tüm boyutlarıyla ortaya koymak mümkün olmayıp, hali hazırda göç etmek mecburiyetinde bırakılmış olan Çerkeslerin sayısı hakkında da net bir rakam vermek mümkün değildir30. Ancak yine de tahmini olarak bazı rakamlar vermek istenirse,1859–1864 arasındaki dönemde Rus, İngiliz, Fransız ve Osmanlı belgelerine göre,700.binden,2 milyona kadar kişinin zorla göçe/sürgüne maruz kaldığı telaffuz edilmektedir.
Kemal Karpat,1859–1879 arasında çoğu Çerkes olmak üzere 2000.000 civarında kişinin zorla göç ettirildiğini ve bunlardan 1.500.000’nin sağ salim Osmanlı Devleti topraklarına ulaştığını ifade etmektedir31.
1865’ten itibaren toplu göç ettirilmeler / sürgünler başlamış32 olmakla birlikte, Rus Çarlığının baskılarına daha fazla dayanamayan Çerkes kabileleri büyük gruplar halinde 1858 yılından itibaren Osmanlı Devleti’ne sığınmaya başlamıştır33. İsabetli karar verdikleri de kısa süre sonra görülmüştür. Çünkü Ruslar, Kuzey Batı Kafkasya’da da 25 Mart 1864 tarihinde Soçi"yi ele geçirdikten sonra, Çerkesler üzerinde tam hâkimiyet kurmuşlar ve Kont Yevdokimov planını devreye sokmuşlardır. Bu plana göre; Çerkeslere, ya bozkır ve bataklık alanlara gidecek ya da Kafkasya’yı tamamıyla terk ederek,
Osmanlı Devleti’ne sığınacaktır. Aksi takdirde Çerkeslere esir muamelesi yapılacaktır.
Dağlardan inmeyi kabul edenlere yerleşmeleri için gösterilen topraklar ya bataklık ya da çorak topraklar olduğu için aslında Kafkas halkına gösterilen seçenek iki tane değil, bir tanedir. O da, Osmanlı Devleti topraklarına göç etmektir34.Kısa bir süre sonra Rus Çarlığı, Çerkeslerin göçü çaresiz kabullenmeleri için baskıları daha da artırmıştır. Çar naibi Grandük Mişel, 1865’te “Bir ay içinde Kafkasya terk edilmediği takdirde, bütün halk harp esiri olarak Rusya’nın çeşitli bölgelerine sürülecektir” emrini vermişti35.
Çerkesler için göçten başka seçenek kalmamıştır. Kafkaslarda yaşayan insanların çoğunluğu, hükümdarını halife olarak kabul ettikleri ve din kardeşi olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne göç etmeyi, kurtuluş için tek çare olarak görmüşlerdir. Elbette ki bu seçimde, Rusya’nın çok yönlü baskılarına karşılık, Osmanlı yönetiminin her çeşit dinî ve etnik gruba karşı hoş görülü ve merhametli yaklaşmış olması da tesirli olmuştur. Bu tesir o kadar güçlüdür ki, Müslümanlar dışındaki toplulukların da göç etmelerine yol açmıştır. Bu tercihte, Osmanlı Devleti’nde, üst kademelerde görevli birçok Çerkes ve Abaza asıllı kişilerin olması da tesirli olmuştur 36.
Kafkasya’da meydana gelen bu durum, Avrupa Devletleri’nin de dikkatini çekmekle birlikte, kendilerini birinci derecede çok fazla ilgilendirmeyen bir durum karsısında çok fazla tepki göstermemişlerdir37. Ancak Rusya’nın gücünü artırması sonrasında Karadeniz’in tarafsızlığını kabul etmeyerek, buradaki ticareti engellemeye çalışması üzerine başta İngilizler olmak üzere Avrupalı devletler Kafkasya’daki bu gelişmelerle ilgilenmeye başlamışlardır.
1864 senesinde Petersburg’da görevli olarak bulunan İngiltere sefiri Lord Napyer, Kont Russel’a yazdığı mektupta, Rusların Kafkas halkını zorla vatanlarından çıkararak çok kötü şartlar altında sürgün ettiğini, vatanlarında kalmak isteyenlere izin verilmediğini ve çok sayıda insanın Osmanlı Devleti’ne göç etmek mecburiyetinde kaldığını ifade etmektedir. Ancak İngiltere Osmanlı Devleti’ne göç etmek mecburiyetinde kalan Kafkas muhacirlerine yardım parası toplama amaçlı Londra’da bir cemiyet kurmanın dışında bir yaptırımda bulunamamış ve bütün dünya bu haksız muameleyi seyretmek mecburiyetinde
kalmıştır38. 1864’de gelen göçmenler/sürgünler için Lord Reddclife’nin başkanlığında kurulan buyardım cemiyetinin çalışmaları sonucunda ilk parti yardım olarak 300.000 kuruşluk peksimet Trabzon’a gönderilmiştir39.
Kafkas göçmenleri/sürgünleri, Osmanlı Devleti coğrafyasında farklı farklı bölgelere yerleştirilmişlerdir. Kırım Savaşı’nın hemen akabinde gelenler Tuna vilayetine yerleştirilirken, 1859’dan sonragelenler yoğun olarak önce Karadeniz sahillerine yakın olan Anadolu ve Rumeli sancaklarına yerleştirilmişlerdir. Daha sonra Ege ve Akdeniz limanları ile Konya ve Sivas gibi arazisi geniş bölgelere yerleştirilmişlerdir. Sivas-Uzunyayla, Adana-Çukurova, Muğla-Polat Ova gibi alanlar, Kafkas göçmenlerinin/ sürgünlerinin en yoğun olarak yerleştirildikleri bölgelerdir40. Osmanlı Devleti, 1864 sürgünü
öncesinde daha 1856 yılında bazı Çerkes kabilelerinin Osmanlıya göçerttirilmesi ile ilgili olarak Rusya ile bir anlaşma yapmış olduğu için başlangıçta bu duruma hazırlıklıdır. 9 Mart 1857’de göçmen kanunu çıkarılmış olup,16 Ocak 1860’a kadar İstanbul Şehremaneti(İstanbul Belediyesi) muhacirlerle ilgilenmiştir41.Ancak göçün meydana getirdiği problemlerin artması üzerine Trabzon Valisi Hafız Paşa başkanlığında 1860 yılında ‘İdare-yi Umumiyye-i Muhacirun Komisyonu kurulmuştur. Hafız Paşa daha sonra, Sivas ve Ankara’ya yerleştirilecek olan muhacirlerin durumu ile ilgilenmek için bölgeye gitmiştir.42
Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu göçmen kanununa göre:
I. Osmanlıya göçen herkesin can, mal, güvenlik ve hürriyeti halife sultanın güvencesi altında olacaktır.(II. Abdülhamit bu hususa o kadar önem vermiştir ki,1899’dan itibaren göçmen işleri komisyonunun başına bizzat geçmiştir)
II. Göç edenlere tüm vergilerden muaf olarak arazi dağıtımı yapılacaktır.
III. Rumeli’ye yerleşecekler 6 yıl, Anadolu’ya yerleşenler 12 yıl askere alınmayacaklardır43.
Osmanlı Devleti’nin, Kafkas göçleri ile nüfus bakımından bir denge sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Bundan dolayı Çerkesler, Rumeli’de olduğu gibi gelişi güzel değil, Anadolu’da Samsun’dan başlayıp Sinop, Samsun, Amasya, Çorum, Yozgat, Sivas, Kayseri, Maraş, Adana ve Antakya’ya kadar uzanan geniş şerit üzerinde yerleştirilmişlerdir. Anadolu’yu kuzeyden güneye ikiye bölen bu şeridin doğusunda, kuzeyinde Rumlar, onun güneyinde Ermeniler yerleşik durumdadır. Bu halklar, 1800’lü yılların başlangıcından beri sürekli Osmanlı yönetimine baş kaldırmaya başlamışlardır. Bu sebeple, Osmanlı Devleti açısından problem olan bu halkların, batı sınırları boyunca Çerkeslerden bir tampon-şerit bölge teşkil edilmeye çalışılmıştır. Bu uygulamanın bir diğer amacı da iç güvenliği temin etmek ve meydana gelebilecek her türlü olumsuzluğun önün geçmektir44.
1856 yılından itibaren münferit ve isteğe bağlı olarak,1864–1865 den itibaren ise zorlama sonucunda binlerce Kafkasyalı, kısa zamanda Karadeniz kıyılarına göç/sürgün ettirilmiştir. Çerkes göçmenler/sürgünler bulabildikleri küçük gemi ve sandallarla, çok zor şartlarda yolculuklarını tamamlayarak Karadeniz kıyılarına çıkabilmişlerdir. Çerkes muhacirlerin içinde bulundukları şartlar,
Osmanlı Devleti’nin imkânları ölçüsünde bütün tedbirleri almaya çalışmasına rağmen yine de yeterli olamadığı için çok kötü olmuştur. Göç güzergahında Çerkeslerin gemilere bindirildikleri limanlar Kafkasya’da Taman,Tuapse,Anapa,Tsemez,Soçi, Adler, Lohum, Poti Batum limanları olup, Karadeniz kıyılarındaki başlıca indirme alanları da Varna,Burgaz, Köstence, İstanbul, Trabzon, Samsun veSinop’tur.Daha sonra Akçabat,Fatsa,İnebolu ,Giresun,Batum ve Ayancık gibi bölgelere de göçmenlerin/sürgünlerin çıkarılması başlamıştır.45
C- Sivas-Uzunyayla’ya Çerkes İskânı
1859’dan sonra gelen muhacirler için Osmanlı Devleti’nin iskân etmek için düşündüğü bölgeler Amasya, Konya, Sivas, Ankara Kastamonu, Hüdavendigar, Adana, Kütahya, Eskişehir vilayet ve sancaklarıdır. Bu bölgelerin seçilme sebebi, geniş arazi parçalarının muhacir yerleştirilmesine uygun olmasıdır. Amasya, Sivas, Bursa, Eskişehir ve Kütahya taraflarına daha çok Çerkez muhacirleri; Ankara, Konya ve Adana vilayetleri ile Amasya Sancağı’na ise
Çerkezlerle karışık olmak üzere daha çok Nogay Muhacirleri yerleştirilmişlerdir46.
Çerkes göçmenler/sürgünler için Anadolu’da iskân alanı olarak düşünülen ilk yerlerden bir tanesi Sivas ile Kayseri arasında kalan Uzun yayla olmuştur. O zamanlar Sivas Eyaleti’ne bağlı olan Uzun yayla’nın arazisi geniş olup, ormanlık bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle, Kafkasya’yı hatırlatmaktadır47. Başlangıçta Dulkadıroğulları beyliğinin yaylağı olan Uzunyayla, daha sonraları Mekke ve Medine vakıfları arasına alınmıştır. Kafkasya’dan göçler başlayıp da Çerkeslerin burada yerleştirilmeleri düşünülünce, önce bu arazinin onlara kiralanması tasarlanmış, ancak daha sonra bunun uygun bir yol olmayacağına karar verilerek, burası vakıflardan alınmış ve göçmenlere/sürgünlere parasız dağıtılmıştır. Göçmen/sürgün yerleştirilmiş bu bölge, Mesudiye adıyla kaza yapılmıştır. Ancak daha sonra kazanın ismi Aziziye olarak değiştirilmiş ve Mesudiye de nahiye merkezi olmuştur48.
Kafkas muhacirlerinin yerleştirilmesine karar verilen Uzunyayla’yı uzun zamandır Türkmen-Afşar aşireti yaylak olarak kullanmaktadır. Aşiret yazları Uzunyayla’da kışları da Çukurova’da geçirmektedir. Bu sebeple de Uzunyayla’ya Çerkes iskânına tepki göstermişlerdir.49Ancak Osmanlı Devleti’nin kendi tebaası olan Afşarlarla, yeni gelen Çerkesler arasında ayrım yapmak istememesi ve hatta Çerkesler lehine daha korumacı yaklaşması sonucunda Uzunyayla’ya iskân kesinleşmiştir.
D- Kafkasya Göçmenlerinin Uzunyayla’da Yerleştikleri Mahaller, Karşılaşılan Güçlükler ve Osmanlı Devleti’nin Aldığı Tedbirler
Uzunyayla’da ve bağlı kazalarında yerleştirilen muhacirinin iskân işleri ile meşgul olması için daha önce Bursa mutasarrıflığı yapan Nureddin Pasa görevlendirilmiştir.50 Ancak Türk halkı da elinden geldiği sürece, göçmenlere/sürgünlere yardımcı olmaya çalışmıştır.
Uzunyayla’ya iskân edilen Çerkesler değişik kabilelerden meydana gelmiş olup, oldukça kalabalık gruplardır. Aşağıdaki belgede, “Uzunyayla’da kâin Mesudiye ve Sivas kazalarında iskân olunmak üzere 1277 Martından şimdiye kadar Trabzon, Kastamonu, Kütahya, Denizli, Adana, Samsun ve Amasya taraflarından gelen Kabartey, Dağıstan ve Nogay muhacirlerinden Erzurum’a gidenlerden başka 660 haneye ulaşmış, bir taraftan da gelmekte ve yerleştirilmek teklif olunmakta ...’51 sözleri ile bu konuya temas edilirken, başka bir belgede ise “Dağıstan, Abaza, Nogay ve Tatar muhacirleri 760 haneye baliğ olup bir taraftan gelip yerleşmektedirler’’denilmektedir.52 Gelen
muhacirlerin ilk önce bulundukları yerlere geçici olarak yerleştirildikleri, ondan sonra istekleri doğrultusunda Sivas’a gönderildikleri görülmektedir. Trabzon valisi Cemal Paşaya gönderilen belgeden bu durumu tespit etmek mümkündür. Bunda, “Bu kere Trabzon’a bil-vürüd derun-ı eyalette muvakkaten yerleştirilmiş olan 360 nefer muhacirinin li ecli’l-iskân Sivas’a izamları hususunda istida verdikleri halde bu dilekçeleri kabul olunmuş ise de Samsun’da müşkülat olacağından havaların düzelmesine kadar oldukları mahalde misafireten iskânları sonra Karahisar-ı Şarkî tarikiyle Sivas’a sevkleriuygun görülmüştür” denilmektedir53.Benzer şekilde başlangıçta Kastamonu’ya yerleştirilmiş olan göçmenler daha daha sonra Uzun yaylaya sevk edilmişlerdir54.
Aynı şekilde başka bir belgede ise gelmiş ve gelmesi muhtemel olan muhacirlerin havaların düzelmesine kadar bulundukları yerlerde misafireten yerleştirilmesi istenmektedir. Yine Trabzon valisi Cemal Paşa’ya gönderilmiş olan belgede, “Çerkes muhacirlerinden bu kere Trabzon’a gelmiş olan 600 nüfus ile bundan böyle daha gelmek üzere bulunduğu istihbar olunan 10.000 nüfusun geldiklerinde ne tarafa izam olunacaklarına dair Trabzon meclisinin vürüd eden mazbatası meali ve muhacirin komisyonu riyaset-i celilesine Sivas tarafında muhacir doluşmuş olduğundan Urfa ve Diyarbakır’ın havasının itidal üzere olub muhacirin iskânına elverişli olduğu zikr olunan mahallelere ve bazılarının dahi Van eyaletinde münasip mahallelere sevk edileceği bildirilmekte ancak havaların soğuk olması dolayısı ile yollar ve dağların kapandığı vakte tesadüf ederse yolların açılmasına kadar Trabzon ve civarında barındırılacağı iktiza edeceği bildirilmiştir”55 demek suretiyle, göçmen kafilelerinin hava şartlarından olumsuz etkilenmemeleri için gerekli görülen talimatların verildiği görülmektedir.
Sivas taraflarına sürekli muhacir gelmiş ve devlet bunları uygun mahallelere yerleştirmeye çalışmıştır. Belgelerden, gelen muhacirlerin hem sayıları, hem de meslekleri ve verilen maddî destek hakkında bilgi sahibi olmak da mümkündür. Örneğin, “...şimdiye kadar Sivas tarafına gelmiş olan 4.800 hane muhacirin bir sülüsü tavattun ve arazileri taksim olunarak yerli ahali gibi ziraat ve zanaatla meşgul olmakta, diğer sülüsü dahi yerleşmekte oldukları, ikmal olunanların ziraatgâhları tehdit ve tevzi olunmakta olduğu geriye kalan sülüsünün (1/3) daha yeni geldiklerinden dolayı misafireten münasip mahallelerde istirahatları sağlanmakta yevmiyelerinin verilmekte olduğu, bir taraftan tahkik kılınan yerlere (arazilere) hanelerinin inşasına mübaşeret ettirilmekte bulunulmaktadır ...’’56. İfadelerini içeren belge, bu hususlara ışık tutmaktadır. Sadece bu belgede ifade edilmiş olan 4.800 hane muhacirin(4.800x5)=24.000 kişi etmektedir ki, o günün şartlarında bunların barınma ve sair ihtiyaçlarını temin etmek oldukça güçtür. Asıl vatanlarındaki maddi mal varlıklarını bırakarak Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan muhacirlere basta yiyecek olmak üzere yakacak yardımı ve nakdi yardım da yapılmıştır. Yapılan yardımlar önceleri ayni iken daha sonraları kolaylık olsun diye nakdiye çevrilmiştir. Ancak, ilk zamanlarda gelen muhacirlere yapılan yardımlar sonraki gelen muhacirlere yapılandan daha iyidir. Daha önce gelen muhacirlere ekmek yanında çorba, peksimet, pirinç, fasulye ve et gibi gıdalar da verilmekteyken, muhacir sayısının giderek artamasıyla, ilgili birimler ihtiyaçları karşılamakta güçlük çekmeye başlamıştır57. Yeni bir savaştan çıkmış olan Osmanlı Devleti’nin, yine de göçmenlerin iskân ve iaşelerini teminde muazzam bir başarı kaydettiğini söylemek mümkündür.
Belgelerden, gelen göçmenlerin bilhassa Sivas Uzunyayla’yı tercih ettikleri anlaşılmaktadır. “Çerkes muhacirlerinden ve Teke kabilesinden 140 hane 1500 nüfus ve Çeçen-i Suğra kabilesinden 40 hane 210 nüfus, Dağıstan Çerkes muhacirlerinden 12 hane 80 nüfus, Kabartey kabilesinden 79 hane 894 nüfus ki toplam 271 hane 2.724 nüfusu Sivas canibinde usül-ı cedîdeye tevfiken ve muhteliten iskân ettirilmek üzere Samsun tarikiyle ol tarafa izam kılınmış olmağla vusüllerinde mukaddema gönderilmiş olan emirnameye göre suret-i iskânları”58, “iskân ettirilmek için Trabzon’dan Sivas’a izam kılınan 350 nüfus Çerkes muhacirlerine...”59, “Dağıstan muhacirlerinden olup iskân için Kastamonu’ya gönderilmiş olan 36 nüfus kendi rızasıyla ve kendi tabiiyetleriyle mahal-i mezkûra yani Sivas’a gittikleri60,
“Canik’e çıkan muhacirlerin Sivas’ta iskân olacak 500 nüfusun...”61Şeklinde belgelerde geçen ifadelerle de teyit edildiği üzere, bölgeye yerleştirilen nüfus takriben 40.200 kişiyi bulmaktadır.
Sivas’a yerleştirilenler sadece Çerkesler olmayıp, Çeçenlerden de gelenler vardır. Örneğin; muhacirin için Konya sancağı sınırları içinde bulunan bazı mahallelere Akşehir, Argınhanı, Toganhisar ve Ilgın kazaları ahalisi tarafından inşa kılınan 176 hanenin mesarif-i inşaiyesiyle Dağıstan muhacirlerinden olub önce iskân için Aydın Sancağına gönderilip fakat oranın “ab ve havasıyla” uyum sağlayamayarak Sivas’a nakl olunan Çeçen kabilesinden ve Hoca Adil
ve Bistar ve Dadl Toga ve Uruz Beğler takımından 240 hane nüfus” da Sivas’ta iskân edildiği gibi62, Şobay (Şubay) ve Bayram Ali Bayrakdar nam kimesneler 2 hane 6 nüfus olarak ilk önce Sivas’ta iskân olunmuşlar iken kabilelerinin çoğunluğu Mecidiye kazasında (Kırşehir’de) bulunduğundan dolayı ol tarafa hüsn-ü iskân hususuna dikkat edilmesi istenmiştir63. Ayrıca Sivas Sancağında Halka(lı) Çayırı adındaki arazi-i haliye’ye teşvikiye namında müceddeden bir kat inşa ve Mirşan kabilesinden 32 hane muhacir iskân edilmiştir64.
Gelen muhacirlerin iskânlarında mümkün mertebe toplu olarak yerleştirilmemesi istenmişse de, bu konuda tam bir başarı sağlandığını söylemek mümkün değildir. Bunun sonucunda da muhacirlerin zaman zaman toplu olarak yerleştirildikleri mahallerde problem çıkardıkları görülmektedir. Örneğin; İskân-ı muhacirine memur mirliva Ömer Paşaya hitaben yazılan yazıda “ Sivas, Canik, Amasya, Bozok sancaklarında misafireten mukim olan muhacirin mevsim güzeran etmeksizin Diyarbekir’e sevkleri hakkında yazılan yazıya cevaben bunların ekserisi hevahiş ve rızalarıyla malümü’l- kazalarda (isim geçmiyor) iskân ve eski ahali tarafından dahi hizmet-i müftehir’e olmak üzere meccanen 80 hane inşa olunduğu ve geri kalan Kızıl Bey oğlu ve Ali Beğler takımından min haysül-mecmu 1004 nüfus oralarda arazi beğenmedikleri gibi, Diyarbekir’e dahi gitmemek efkârında bulunmuşlar ise de Canik ve Diyarbekir Sancaklarında bir mahal beğendikleri halde topluca iskân olunmak üzere muvaffakiyetleri istihsal olduğundan icabı derdest icra bulunduğu anlaşılmış olub, ancak bunlar toplu olarak bir yerde iskân edildikleri vakit hâsıl ettikleri kuvvet-i ekseriyi hudus-ı arbedeye sebebiyet verdiklerinden bunların mütefferikan iskânlarına, içlerinden bu surete ram olmayarak tebdil-i zehab ile avdet edecekler olursa kendilerine yazılmış olan masraflar alınarak veballeri boyunlarına olmak üzere geldikleri yerlere gitmelerinin bais olamayacağına göre ifası vazife-i memuriyete himmet eylemeniz” şeklinde bilgi verilmektedir65. Muhacirlerin yerleştikleri/ yerleştirildikleri arazilerin kendilerine ait mülkleri olduklarına dair tapu senetlerinin de devlet tarafından verildiği görülmektedir. Örneğin; “bunlara verilen arazi için lazım gelen tapu senedinin tanzimi zımnında yazılan yazıya cevaben yazılan yazıda ise “tapu senadatının meccanen verilmesi ve derdest tanzim olub İnşallah-ı Teala az vakitte mahallelerine gönderileceği” bildirilmiştir66.
Uzunyaylaya yerleştirilen Çerkeslerin, o bölge ve civarındaki arazileri yaylak olarak kullanan Afşar Aşiretleri ile problem yaşamışlardır. Adana mutasarrıfı Ahmet Paşaya gönderilen belgede bu konuya temas edilmekte olup, “Afşar aşiretinin Kayseri’ye sancağında Zamantı nam mahalde bulunan kışlıklarına Sivas’ta meskûn muhacirin tarafından vuku bunan müdahale ve taarruz üzerine aralarında meydana gelen muhasama ve muharebe keyfiyetine dair alınan tedbirler ...” hakkında bilgi verilmektedir67. Bu açıklamaların da gösterdiği gibi muhacirler, iskân edildikleri yerde, zaman zaman bölgenin yerli ahalisi ile problemler yaşamışlardır. Yine tespit ettiğimiz iki ayrı belgede aralarında yapılan mücadelelerde katl olaylarının da meydana geldiğini görmekteyiz. Örneğin; 1278 tarihli belgede, “Sivas’a yerleştirilen Çerkes muhacirinden İsmail efendi Gürün’de bulunan damadını görmeğe gittiğinde Gürün’e iki saat mesafede Güneş Dağı adındaki mahalde Halep ve Maraş taraflarında kışlak-nişin olan Delikanlı ve Çelikanlı aşiretlerinden 30 süvari 3
nefer muhacirin üzerine hücum ederek birisini telef, birisini iki atıyla birlikte yaralama üçüncü kişi ise bu durumu Mesudiye müdürü Şakir efendiye ve muhacirin beglerine ve ulemalarına haber vermiş, muhacirinin tümü toplanarak mutavaatta bulundukları ve Afşar aşiretiyle adı geçen diğer aşiretlerin kendilerini telef ve cerh etmekte olduklarını amaçlarının ise “muradlarının ise” iskân olundukları Uzunyayla’yı terk ettireceklerini ve böyle olmaktan ise cümleten telef olmak hayırlı olacağını beyan etmişlerdir. Bu aşiretlerle harbe kıyam etmek istediklerini belirtmişlerdir. Çünkü adı geçen aşiretler her sene Uzunyayla’ya gelerek bu civarda bulunan Gürün ve Darende taraflarında bulunan kaza ve mezraların ziraatlerini telef ettiklerini hayvanatını gasp ve ebna-i şebilin mallarını gasb ve bazılarını idam eylediklerini belirtmişlerdir. Kendilerinin tahammüllerinin kalmadığını bunun için bölgeye miktar-ı kifaye piyade ve süvari ile mevcut olan 3 kıta top’un Sivas’a gönderilmesini68 istemişlerdir. Başka bir belge de ise “Afşar aşiretinin Kayseriye sancağında bulunan Zamantı nam yerde bulunan torunlarımız üzerine Sivas Uzunyayla’da bulunan 400 hane (400x5=2000 kişi) Çerkesler buraya gelerek burasını devlet bize verdi iskân olacağız diyerek rahatsız etmişlerdir. Afşar aşiretinin elemanları ise vermeyiz deyince, Çerkesler bunlara saldırarak muharebe etmişler her iki taraftan 2’şer kişi olmak üzere toplam 4 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunu duyan gerek o civarda gerekse Çukurova’da bulunan Afşar aşireti mensupları 700–800 süvari ile bir kaç yüz piyade ile Yozgat tarafında bulunan asakir-i nizamiye-i hazret-i şahane zabitanından bir zat dahi bakaya tahsili için daha önceden eyalet-i mezkure mutasarrıfı Saadetlü Paşanın rey ve tasvibi ile Afşarlarla birlikte giderek Çerkesler üzerine yürüyerek muharebe etmiş, her iki taraftan (5+5) 10 kişi ölmüş, Afşar aşireti geri kaçarken adı geçen memur da atını ve silahını terk ederek adı geçen aşiretle gitmiştir. Bunları kovalayan Çerkesler 5–6 hane aşiret mensubuna rastlayarak bunların emvallerini gasb etmişlerdir. Adı geçen memur bu durumu Yozgat mutasarrıfına bildirmek için Yozgat’a gitmiştir.
Haber verildikten 3 gün sonra Sivas tarafına 400 süvari ve 2000 nefer- i âm gelerek Afşar’ın yaylağı olan Pınarbaşı nam mahalle yerleşmiştir. Asakir-i başbuğun ve memuru tarafından aşiret-i merkume hanedanı ve Çerkes Begin oğlu Haci Bekir’e haber göndererek yanına gelmelerini istemişse de Afşarlar Devlet-i Aliyye bizi terbiye etmek istemektedir diyerek korkudan (havf ve zehab ederek) asakir-i başbuğun yanına gitmemişlerdir. Afşarlar sonuçta bu bölgeden ayrılarak Maraş taraflarında Kabaktepe adındaki mahalle göçerek oraya yerleşmişlerdir69.
Devletin Çerkes muhacirlerini Uzunyayla’ya yerleştirmesinin nedenlerinden bir tanesi de, o bölgede yaylağa gelen aşiretlerin asayişsizliklerini önlemek istemesi olduğu için, bu şekilde amaç hâsıl olmuştur demek mümkündür. Fakat yüzyıllarca bu bölgede yaylak ve kışlak hayatı yaşamış olan Afşar aşiretlerinin bu süreçte ciddî problemler yaşamış oldukları bir gerçektir. Sonuç olarak ata-baba yadigârı toprakları terk ederek Maraş’a göç etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu durum aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin de kendi halkı olan Afşarlar ile yeni göç ederek gelmiş olan Çerkesler arasında herhangi bir ayrım yapmadığını, hatta evsiz yurtsuz, vatansız kalmış olan Çerkesler lehine davrandığını göstermektedir. Bu göç sonucunda Uzunyayla’ya yerleştirilen Çerkesler ile Afşar aşiretleri arasında çıkan problemler yıllarca devam etmiştir.
1277 tarihli belgede de benzeri bir konuya temas edilerek, “Sivas eyaleti dâhilinde kâin Uzunyayla nam mahalle gönderilmiş olan muhacirinin iskânları için... oraca arzu edilen hal-i imareti ve asayişin devam ve bekası, eşkıya-yı aşaîrin mezkur yaylada men-i uburu hakkında taraf ve muabirin sedd ü bend olunmasına ve bu dahi lüzum-ı mikdar asakir-i muntazama-i şahane ve cünûd-ı muvazzafa sevk ve ikamesine...” şeklindeki ifadelerle, bu bölgeye muhacirin yerleştirmekteki asıl amacın, aşiretlerin yaptıkları eşkıyalık hareketlerinin engellenmesinin gözetildiği anlaşılmaktadır70.
Çerkeslerin iskânında karşılaşılan problemlerden bir diğeri de yerleşilecek mahallerin beğenilmemesiyle ortaya çıkmıştır. Gelen muhacirlerin bir kısmı kendilerine gösterilen yerleri beğenmeyerek Sivas’a gitmek istemişlerdir. Örneğin; Samsun’a gelmiş olan muhacirin Canik sancağında bir mahal beğenmeyerek Sivas canibinde tavattun olunmak arzusunda bulunduklarından bunları yevmiyeleri mal sandığından” ödenmiştir71.
Muhacirlerin bir kısmı ise kendilerine gösterilen yerlere gitmek istemeyerek vatan-ı asliyelerine dönmek istemişlerse de, bunların her istediklerini yapamayacakları belirtilmiştir. Örneğin: “Dağıstan ahalisinden olup ilk önce Çerkesler ile birlikte Kastamonu’ya gelip Sivas’a gitmekten imtina edip, önce Dersaadete ve oradan da vatan-ı asliyelerine ricat etmek isteyen 36 nüfus ikna edilerek Sivas’a gönderilmişti72. Ayrıca “Muhacirin-i merkuma verilen kararın icrasına suret-i muhalefette bulundukları anlaşılmış olup ancak bunların her istediklerini icraya ise imkân olamayacağı” belirtilmiştir73. Bu bilgiler ışığında, Çerkeslerin kendileri için alınan kararlara zaman zaman karşı çıktıklarını ifade etmek mümkündür. Fakat ne kadar zorlu bir süreç olursa olsun, sonuç olarak muhacirlerin Uzunyayla’ya yerleştirilmesi tamamlanabilmiş ve Türkiye’nin bir parçası olmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nin de o günün şartları içerisinde üstüne düşen sorumluluğu büyük ölçüde yerine getirmeye çalıştığı belgelerden anlaşılmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan çerkes muhacirler, her şeylerini memleketlerinde bırakarak gelmişlerdir. Fukara ve perişan durumda olup, ekmeğe muhtaçtırlar. Bundan dolayı devlet uzunca bir süre bunlara yiyecek yardımı yapmaya devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. Örneğin; Sivas mutasarrıfı ve kaimmakamı Mehmet Ali Efendiye yazılan şukkada henüz mahsül alamamış ve sefalet içinde olanlar tahkik edilerek yevmiye yarımşar kıyye nan-ı aziz verilmesi emredilirken74, diğer bir belgede de, ziraat mevsimi geçtiğinden, kendilerinin bir gûna ticaretleri olmadığından cümleten efkar-ı fukara olduğundan (var olan) nafakaları ile beş gün idare edemeyeceklerini ve sene-i atiye haziranı gayetine değin beher nüfusa yevmiye yarımşar kıyye hınta verilmediği halde telef-i nefs olacaklarını, diğer ihtiyaçları olan alet ve edevatların refte refte tasviye edileceği belirtilmektedi75r.Bu yardımların devletin bütçesini sarsması çok doğaldır. Bunun sonucu olarak, Osmanlı Devlet’i her ailenin yerleştirilmesi için 1859’da 6–7 bin kuruş masraf yapılabileceğini tespit etmiş olmasına rağmen, o günkü içinde bulunduğu olumsuz mali şartlar sebebiyle iki yıl sonra bu miktarı 825 kuruşa indirmiştir.76
Belgelerden, devletin Uzunyayla’da yerleşmiş veya yerleştirilmeyi bekleyen yani misafireten yerleştirilmiş olanlar için de her türlü tedbiri almaya çalıştığı açık bir şekilde görülmektedir.
Örneğin; “Sivas eyaletinde iskân olunmak üzere şimdiye kadar gönderilüb tecemmü etmiş ve misafireten yerleştirilmiş olan muhacirinin taamiyeleriyle tohumluk için verilecek hınta ve şiar’ın ve öküzler için ita olunacak fiğin her bir takımıyla öküz ve arabaların bahaları tahminen 2.300 akçeyi tecavüz edeceği ve buna Sivas sancağı emvalinin vüsat’i olmadığı beyanıyla icabatı emrinde ve Uzunyayla’da iskân olunacaklar için hatab ve kömür tedariki zımnında şimdilik 120 çift öküz ve araba mübayaa olunub bu miktarın dahi mertebe-i kifayede olmamasıyla bu babda istizanı havi evvelce posta ve müvehhar telgraf vasıtasıyla muhacirin komisyonu reisi devletli Paşa hazretlerine tarafına mersul iki kıta mazbata mealleri malum-ı meci olmuştur. Belgenin devamı olan satırlarda “eğer bu muhacirlerin masrafları karşılanmadığı takdirde her kazada vaki’ ehl-i İslam kura ve bunun miktarını tesbitle her karyeye ikişer hane tevzi ve taksim olunarak kasaba ve karyelerde boş ve hali hane bulunur ise oralara yerleştirilerek arazi-i muattala ve metruke varsa onlar dahi olur yohsa arazi-i haliye-i miri’ye dahi bulunur nasılsa lüzümu miktar tarla ve arazi irae ve ita iktiza eden tapu senedi tanzim olunmak üzere
keyfiyetin usulü vechile iş’ar ve inha kılınmış ve içlerinde hayvan ve edavat-ı çift tedarikine kudreti olanlar, ol makule levazımatlarını kendileri tedarik edüb, kudretsiz olanları dahi edavat-ı çift vesaire tedarik edinceye dek ortakçılık ve amelelik gibi şeylerde kullanılarak ashab-ı iktidar ve merhamet taraflarından sair suretlerle muavenet kılınarak esbab-ı taşirinin düçar-ı zaruret olmamaları ve sairinin ittisaliyle yevmiye ve zehayir ita ve hane inşa olunmasından sarf-ı nazar ile karar-ı ahir iktizasından olub suret-i işara göre bunlar için hane yaptırılmakta olduğundan artık şimdiye kadar vukua gelen masraf her ne ise mukaddem ki kusur-ı vechile bi’t-tesviye bundan böyle mü’zayaka-i maliye ve ahval-i zamaniye düşünülerek bunların bir an evvel kış gelmeksizin bir saat evvel masrafsızca iskânları (çünkü) bunlar fera-yı vatan ve terk-i emlak ile zîr-i saye-i hilafet-i azimeye dehalet ederek bu cihetle millet-i islamiyenin misafiri demek olmalarıyla giriftar-ı perişan ve sefalet olmamalarıyla esbabın teshid edecek surette husulu hakkında muvanet-i lazımenin ifasına...”77, şeklinde geçen cümlelerden, alınan tedbirlerin neler olduğuna dair net bilgiler elde edilmektedir. Alınan tedbirler sayesine Uzunyayla’ya yerleştirilmiş olan Çerkeslerin o günden bugüne kadar yaşamakta oldukları köylerin isimleri aşağıdaki tabloda belirtilmektedir78.
SIRA NO KÖY İSİMLERİ ETNİK YAPISI
(Köy Tasnifi)
1 Akören (Pedisey) Hatıque
2 Aşağı Beyçayır (Şıpşhable) Kaberdey
3 Aşağı Karagöz (Gosthable) Kaberdey
4 Aşağı Borandere(Ş. Jambotey) Çeçen
5 Aşağı Kızılçevik (Mekeney) Kabardey
6 Aşağı Höyük (Babıgey) Kabardey
7 Aşağı Potuklu (Ismelkıt) Abaza
8 Alamescit (Ligurhable) Kabardey
9 Altıkesek(Loğkıt) Abaza
10 Aygörmez (Hıthable) Hatıque
11 Akviran (Fedsey) Hatıque
12 Beserek Hatıque
13 Burhaniye Hatıque
14 B. Gümüşgün (Apşohable) Kabardey
15 Cinliören Hatıque
16 Çukuryurt Abzeh
17 Çerkes Söğütlü Kabardey
18 Çamurlu (Habçey) Kabartey
19 Dikilitaş (Yınalgoy) Kabardey
20 Demirbağ Abaza
21 Demirderesi Hatıque
22 Demirciören Hatıque
23 E. Yassıpınar (Şenibey) Kabardey
24 Eğri Söğüt Kuşha
25 Gebelek (Gothaley) Kabardey
26 Halitbeyören (Gunaşey) Kabardey
27 Hilmiye (Beş Kızakhable) Kabardey
28 Hayriye (Jamırzey) Kabardey
29 inliören (Hevşey) Hatıque
30 K. Gümüşgün (Birgutey) Kabardey
31 Kabaktepe Kabartey
32 Kırkgeçit (Jiyayago) Kabardey
33 Karahalka (Ganşuyev) Kabardey
34 Karakuy(Şegamey-Şigaloğo) Kabardey
35 Kırkpınar (Sasıghable) Kabardey
36 Kaftangiyen (Anzorey) Kabardey
37 Kurbağlık (Şiğebeğo) Kabardey
38 Kazancık Abaza
39 Karaboğaz (Aslınhable) Kabardey
40 KılıçMehmet (Gılışpihable) Kabardey
41 Kaynar Hatıque
42 Karacaören Abaza
43 Karakoyunlu Kabardey
44 Kapaklıpınar Kabardey
45 Kavak Hatıque
46 Kuşçu Hatıque
47 Malak Hatıque
48 Maraşlı Hatıque
49 Methiye (Mudarey) Kabardey
50 Örenşehir (Gundetey) Kabardey
51 Olukkaya( Jambotey)
52 Panlı Abzeh
53 Pazarsu Kabardey
54 Söğütlü Hatıque
55 Saçayağı(BEyazköy) (Gunaşhable) Kabardey
56 Şerefiye (Aslemirey) Kabardey
57 Taşlıgeçit (Toğlahable) Kabardey
58 Tahtaköprü (Guraşınhable) Kabardey
59 Tilkihöyük (Goğulgey) Kabardey
60 Taşoluk (Hopaşey) Kabardey
61 Tersahan (Lakhable) Hatıque
62 Tavladere Abaza
63 Uzunpınar (Yınerıgey) Kabardey
64 Üç Pınar (Hadıgşıgeycug) Kabardey
65 Y. Beyçayır (Marğuşey) Kabardey
66 Y. Kızılçevlik (Jeşhable) Kabardey
67 Y. Karagöz (Moğarhable) Kabardey
68 Y. Borandere (Yeliğey) Abaza
69 Y. Potuklu (Ismelkıt) Abaza
70 Yeniyapan (Şıdkıt) Abaza
71 Yahya Bey (Hatukşıgoyıj) Kabardey
72 Yeni Yassıpınar (Janıgey) Kabardey
73 Yağlıpınar (Jerestey) Kabardey
74 Yukarıhöyük Çeçen
E- Çerkeslerin İskânında Türk Halkının Destek ve Yardımları
Muhacir olarak gelen bu insanların, zaman zaman Afşar aşiretleri ile problem yaşamalarına rağmen, çoğu zaman yerli halk tarafından sevgiyle karşılandığını ve ellerindeki imkânların seferber edildiğini müşahede etmek de mümkündür. Sadece devlet değil, o günkü Türk toplumu da onlara kucak açmış ve bağırlarına basmıştır. Gelenlerin büyük kısmı, yanlarında hiçbir şey olmadan, perişan bir durumda Osmanlı Topraklarına sığınmışlardır. Çoğunun üstündeki elbise ve ayakkabısı parçalanmış neredeyse yarı çıplak vaziyettedir. Yiyecekleri de hemen hemen bitmiş durumdadır79.Bu sebeple, muhacirlerin her türlü istirahatları sağlandığı gibi, bunların yerleşmeleri için halk kendi maddî imkânları ölçüsünde okul ve cami yaptırmıştır. Halk kendi isteğiyle gelenleri evinde misafir etmiş, iskân mahallerine arabası ile taşıyarak, evini yapmış, tohumluklarını ve öküz ile araba ihtiyacını karşılamış ve hatta arazilerini bile ilk kendisi sürüp teslim etmiştir80.
Bu durumun sadece Sivas için değil, muhacirlerin bulundukları, tüm yerler için geçerli olduğu görülmektedir. Örneğin; Turhal kazası müdürüne yazılan yazıda “Trabzon’da bulunup lî ecli’l-iskân Sivas’a izan olan muhacirinin Turhal kazasından mürûrları esnasında haklarında muavenet ve hürmet-i lazıma icrasıyla esbab ve istirahatları isti’mal olunmuş olduğu muhacirin-i merkuma ümerası tarafından beyan ve işar olunmuş ve bu konu Ceride-i Havadis’e derc ve ilam olunmak üzere bir müzekkere yazılmıştır81. Aynı şekilde Kastamonu’da iskân edilmek üzere gönderilen muhacirine gerekli görülen odun ve kömür için toplam yedi bin iki yüz on beş kuruş toplanmış olup, bu yardımın iki bin beş yüz kurusu Kastamonu mutasarrıfı tarafından, geri kalanı da bölge halkı tarafından karşılanmıştır. Diğer bölgelerden de Çerkez muhacirlerinin masrafları için yardımlar gelmiştir. Kayseri halkı tarafından da bu şekilde çerkes muhacirlerine harcanmak üzere yirmi bir bin yedi yüz kırk dokuz kuruş tedarik edilmiştir82.
Bu yardımların Osmanlı Devleti’nin Anadolu dışındaki bölge halklarından da geldiği anlaşılmaktadır. Mısır’dan üç kez yardım parası toplanarak gönderildiği gibi, Bağdat muteberanı ile Basra ve Revanduz kaim-makamlarından toplanan otuz dört bin üç yüz kurus da aynı şekilde posta ile gönderilmiştir83.Aynı şekilde Yetmis altı senesinde Erzurum ve Uzunyayla ve Tokat taraflarına ve mahal-isaireye sevkolunan muhacirin-i Çerakese nakliyesinden dolayı Sivas Sancagı’na tabi’Kaza-i Erbaa ahalisinin matlubları olan elli üç bin dört yüzaltı kurusun hazine-i celileyeterk ve tebri’ ile kabulü mahallinden ba-mazbata is’ar olunmus ve ahali-i merkumenin bubabda vukuagelen hidmetleri eser-i hamiyyet olarak sayan-ı takdir görünmüstür84.
1277 tarihli başka bir belge de “Sivas’ta iskân edilmiş olan muhacirin-i Çerakise’den Uzunyayla’da iskân olunanlar için bazı kazalar ahalisi tarafından muavemet ve lehiyat-ı lâzıme icra olunduğu misüllü Emlak kazası ahalisinin inşa eyledikleri 30 bab hane ile bir cami-i şerif ve mektebin85, Delikli Taş kazası ahalisi tarafından yapılmış olan 4 bab hane86, Hafik kazası ahalisinin muhacirin için inşa eyledikleri bir bab cami-i şerif, mekteb-i münif ve 40 bab hane nin inşa edildiğini görmekteyiz ki87, halk bunları bir hizmet-i müftehire olarak yapmıştır. Bu yapılan hizmetler o dönemin gazeteleri olan Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis ve Tercüman-ı Ahval gazetelerinde yayınlanmıştır88. 3 Mayıs 1856 yılında çıkarılan talimatnameye göre iskân edilecek muhacirlerin zengin olanları kendi evlerini bizzat yaptıracaklar, fakir olanlarınki de devlet eliyle yaptırılacaktır. Devlet Anadolu’da zorunlu kalmadıkça bina inşa etmemiş bu isi daha çok valiliklere ve hayırsever vatandaşlara havale etmistir89. Nitekim halkın iskân isleri için yapmıs oldugu yardımlar gazetelerde çıkanbirçokhaberle de doğrulanmaktadır. Örneğin, Sivas Eyaleti’ne bağlı Uzunyaylanammahale gönderilen Çerkez muhacirlerine Emlak Kazası ahalisi tarafından otuz ibadethane inşa edilmistir90.1865 senesine kadar Sivas vilayetinde çerkes muhacirler için 1952 adet hane yapılmıştır91.
Her ne kadar Uzunyayla’ya Çerkesler için haneler yapılmışsa da, buraların iskân olunması gerektiği, aksi halde Afşar aşireti mensupları tarafından harap edileceği düşünülmektedir. Örneğin; Uzunyayla’da Çerkesler için haneler yapılmış ama kapı ve diğer şeylerin tamamlanmadığı eğer bu şekilde kalırsa kış mevsimi de geldiğinden muhacirlerin buralarda iskân olunamayıp civar köylere dağılacağı, boş kalan evlerin Afşar aşireti tarafından harap edileceği bildirilmiş, verilen cevaba göre ise yapılmış olan hanelerin ser’iyyen eksikliklerinin tamamlanması, mevcut olan muhacirinin iskân olunması istenmiştir92.
Türk halkı, gelen muhacirlerin ihtiyaçlarını imkânları ölçüsünde temin etmeye çalışmıştır. Muhacirler için inşa edilen camilere imam atamaları yapıldığı gibi, yerli halk tarafından muhacirlerin yolculuk masrafları da karşılanmaktadır. Hafız Paşa hazretlerine müsta’cil başlığı altında gönderilen belgeden, “Sivas eyaletinde iskan olunan muhacirin için inşa olunmuş olan cami-i şerifte imaret ve hitabet cihetlerin iktiza eden.... bilgisine ulaşılmaktadır93.
Gelen muhacirler başlangıçta karaya ilk çıkmış oldukları yerlerde geçici olarak iskân olmakta, uygun şartlar oluştuğunda asıl iskân olunacakları yerlere doğru yolculuk yapmaktadırlar. Bu yolculukları esnasında kullanmış oldukları arabaların ücretleri bulundukları/geçtikleri kazaların ahalisi tarafından ödenmektedir. Ahalinin yapmış oldukları bu masraflar hizmet-i müftehire olmak üzere hazine-i celileye terk ve teberru etmekte ve bu hizmetler Ceride- i Havadis, Takvim-i Vekayi ve Tercüman-ı Ahval gazetelerinde yayınlanmaktadır. Örneğin; Samsun iskelesine çıkıp oradan Amasya Sancağına giderek muhteliten lî ecli’l-iskân Veray kazasına irsal olunan malumu’n-nüfus Nogay muhacirlerinin 8 saat mesafede bulunan kazamıza gelmeleri için verilen 120 arabanın ücreti olan 3.360 guruş ve Sivas Sancağına mürür eden muhacirler için Amasya’dan 12 saat mesafede olan Turhal kazasına gitmeleri için verilen 50 arabanın ücreti olan 2.100 guruş, Turhal’dan Sivas Sancağına naklolunan malumu’n-nüfus Çerkes muhacirlerinin 6 saat mesafede bulunan Zile kazasına kadar gitmeleri için verilen 30 arabanın ücreti olan 630 guruş ki cem’an 200 arabanın ücreti olması gereken 6.090 guruşun bir hizmet-i müftehire olmak üzere hazine-i celileye terk ve teberru olunmuş olduğundan kabulüne müsaade-i aliyyeleri sezaveri buyrulmak babında...”94, başka bir belgede ise “Dağıstan muhacirlerinden olup ilk önce Aydın Sancağına oradan da Sivas’a naklolunan Çeçenlerden 240 hane nüfusun araba ücreti olmak üzere Konya Esbkeşen ve Aksaray ve Kırşehri kazaları ahalisi tarafından verilmiş olan 48.000 guruşun bir hizmet-i müftehire olarak hazine-i celileye terk ve teberru ile kabulü istida olunduğu Konya meclisinin varid olan mazbatasında iş’ar olunmuş, ahali-i merkumenin bu babda vukua gelen hizmetleri eser-i hamiyyet ve müstelzam takdir ve mahzuziyet olarak keyfiyet Ceride-i Havadis, Takvim-i Vekayi ve Tercüman-i Ahval’a derc ile ilan...” edilmiştir95. 1277 tarihli belgede Samsun, Amasya, Ankara, Sivas ve Konya’ya izam olunan ve Canik sancağında iskân ettirilen “muhacirlerin suret-i işara nazaran muhacirin-i merkume hakkında tehilat-ı lâzıme ve me’kulat-ı saire ve iane-i mümkine ifa olunmakta idüğü anlaşılıp ol babda vukua gelen gayret ve himmet ve insaniyet olarak” geçen ifadeler o dönemde gelenlerin ihtiyaçlarının mümkün mertebe halk tarafından karşılandığının bir belgesi olarak karşımıza çıkmaktadır96. Devletin bu şekilde hizmet edenleri taltif ettiğini de yine belgelerden müşahede etmek mümkündür. “Sivas eyaletince icra olunan tedabir-i mutazammın ve eyalet-i merkume meclis azasıyla bazı hanedanzâdelerin gerek mesele-i mahiyede vukubulan hizmetlerinden ve gerek ol tarafta iskân edilmekte olan muhacirin haklarında icra ettikleri muvanetlerinden naşi uhdelerine münasib rütbeler tevcih olunmasına...” İfadeleri bunu teyit etmektedir97.
SONUÇ
Kafkas kavimlerinin, Osmanlı sınırları içerisine Çerkes genel adı altında göç ettirilmeleri, kendi istek ve arzuları ile olmayıp, Rusların uyguladığı bir sürgün hareketidir. Aynı zamanda bu hadise, bölgeyi Slavlaştırma politikasının bir parçasıdır. O yılların olumsuz şartlarında Osmanlı topraklarına göçe zorlanan bu insanlar, yolculukları esnasında o günün imkânsızlıkları sebebiyle birçok kayıplar vermişlerdir. Kalabalık gruplar halinde yapılan bu göçler, çok kötü şartlar altında gerçekleştirilmiş, muhacirleri taşıyan gemiler kapasitelerinin üstünde dolu hareket etmişlerdir. Karadeniz kıyılarında bulunan Anapa, Soçi, Adler, Sohum, Poti.. vb. limanlardan Rus, İngiliz ve Osmanlı gemilerine binen bu insanlardan bir çoğunun, Ordu, Samsun, Sinop, Trabzon, İstanbul, Burgaz, Köstence, Ege kıyılarına gelemeden hayatlarını kaybettiği bazı kaynaklarca ifade edilmektedir98. Ancak araştırmamıza konu olan belgelerin incelenmesinde, muhacirler arasında ölüm hadiselerine rastlanılmamıştır. Bununla birlikte, bu göçün çok zorlu ve meşakkatli geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür bir bilginin, incelenen belgelerde görülmemesi, değişik kaynaklarda verilen bu ölümlerin olmaması manasına gelmemektedir. Çünkü Trabzon, Samsun vd. limanlara inen bu insanların tümü genç ve dayanıklı insanlar değillerdir. Genç-yaşlı, erkek-kadın-kız çoluk-çocuk şeklinde geldikleri gibi, aralarında hasta olanların da bulunduğu bir gerçektir. Fakat yine de Çerkes genel adı altında Kafkasya’dan göç etmek mecburiyetinde kalan bu insanların durumunu Ahıska Türkleri, Kırım Türkleri ve diğerlerinin. yaşadıkları sürgün olayı ile mukayese ettiğimizde,her şeye rağmen yine de şanslı olduklarını söylemek mümkündür.. Çünkü Çerkesler geldikleri bu topraklarda hem Osmanlı Devleti tarafından içtenlikle kabul görmüşler, hem de yerleşik Türk halkı tarafından bazı münferit hadiseler hariç, içtenlikle kabul edilmişlerdir. Türk halkı yer yer muhacirlerin barınaklarından, ibadethanelerine, okullarına kadar kendi imkânları ile ihtiyaçlarını karşılamıştır. Doç. Dr. Gülfettin Çelik bu durumu şöyle ifade etmektedir:"1877–78 Harbinden 1914"e kadarki dönemde muhacirlere yapılan masraf toplam olarak 215 milyon kuruş. Bu rakam, Osmanlı devletinin dışarıdan nakit olarak alabildiği borç miktarına hemen hemen yakın. Göç, Osmanlı devletinde böylesine büyük bir maliyete yol açtı. Bir de vakıfların ve sivil toplumun katkısını düşünürseniz, çok büyük bir dönüşüm aslında. Osmanlı’ nın mali anlamda zaafa düşmesinde ve Düyun-ı Umumiye"nin kurulmasında bu olayların da etkileri var. Ama buna rağmen Osmanlı o dönemde gelen insanları hiçbir zaman dışlamadı. Almak istemezlik yapmadı. Mantalite çok farklıydı. Her şeyiyle onlar kendi insanlarıydı. Sahiplendi onları."99.
Böylece anavatanlarından zorla koparılmış olan Çerkesler, yaşayabilecekleri bir yurt parçasına sahip olurken, yerli halk tarafından da sevgiyle karşılanarak Türk milletinin bir parçası olmuşlardır. Çerkeslerin kendi ata yurtlarından kopuş trajedisi, aşağıda verilen belgelerden de takip edilebileceği gibi, Anadolu Türk insanının bağrına basarak, bunlara mümkün mertebe yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamaları ve acılarını en asgarî seviyeye indirmeye çalışmalarıyla az da olsa hafiflemiş olmalıdır. Örneğin; “her kazada bulunan Müslüman (Türk) köylerini ve bunların miktarını tespit ederek her köye ikişer hane tevzi ve taksim olunarak” şeklinde geçen cümlelerde, Türk halkının Çerkes muhacirleri nasıl karşıladığı görülmektedir. Hatta bu gelenlerin içinde hayvan ve edavat-ı çift temin edebilirler ise kendilerinin tedarik etmeleri, maddî yönden zayıf olanlar yani hayvan ve edevat-ı çift tedarik edemeyenlere ise bunları tedarik edinceye kadar ashab-ı iktidar ve merhamet tarafından ortakçılık ve yarıcılık yaptırılarak düçar-ı zaruret olmamaları istenmiştir. Karşılık beklemeden yapılan bu yardımlar Türk halkı tarafından bir hizmet-i müftehire olarak değerlendirilmiştir. Devletin de Çerkesleri kendi tebaasından ayrı tutmadığı, hatta zaman zaman Çerkesler lehine, Afşarlar aleyhine ayrımcı davrandığı yine belgelerden takip edilebilmektedir. Osmanlı Devleti, elbette ki bu politika takibinde kendi menfaatlerini de korumayı düşünmüş ve Afşarları yerleşik hayata geçmeye zorlamayı düşünmüştür.
Devletin, Çerkesleri yerleştirirken nüfus bakımından denge politikası güttüğünü ve tarıma elverişli arazi olmalarına rağmen o güne kadar mer’a olarak kullanılan yerleri tarıma açarak, gelenlerin üretici konuma geçmelerini sağlamaya çalıştığını söyleyebiliriz. Buna örnek olarak Uzun yayla’yı verebiliriz. Yıllarca Avşar aşiretinin yaylak-mera olarak kullandığı bu araziye yerleştirilen Çerkesler, kısa bir zaman dilimi içerisinde tarım alanında üretici konuma geçmişlerdir. Anadolu’ya gelerek, Osmanlı Devleti’ne sığınan Çerkesler, her şeylerini Kafkasya’da bırakarak geldikleri Anadolu’da, zaman içerisinde Türk halkıyla kaynaşmışlar, ev-bark sahibi, emlak sahibi olmuşlardır. Anadolu’yu vatan olarak gördükleri için de Millî Mücadele’de düşman işgaline karşı Türk halkı ile birlikte hareket etmişlerdir.
Çerkes sürgünü ve Osmanlı coğrafyasına yerleştirilmeleri, tarihin başka bir boyutunda ve başka bir zaman diliminde de olsa gerçekleşmesi mümkün görülemeyen bir yardımlaşma örneğidir. Aynı zamanda da iki farklı kültüre sahip halkın kaynaşmasına her zaman için örnek gösterilebilecek bir hadisedir.
Çok geniş kapsamlı bir araştırma konusu olan bu sürgün hadisesinin, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, askerî vb. Yönlerden objektif bir şekilde incelenmesi, ayrıntılı çalışmaların yapılması ve bu hadisenin aslında Rusların Kafkasya’da genelde uyguladığı bir strateji olduğunun dünyaya gösterilmesi, tanıtılması ve gündemde tutulması gerekmektedir. Aynı zamanda da, bir başka devlet ve başka milletçe gerçekleştirilememiş olan Osmanlı Devleti’nin böylesi bir iskân politikası, bütün detayları ile incelenip ortaya konularak, Osmanlı Devleti ve Türk Milletinin, Çerkesleri kabulü, dünya barışını temin ve kaynaklarını kullanmada öncü olabilecek politika ve projelere örnek teşkil ettirilmelidir. Bu çalışmaların bir diğer sonucu ise, ancak böylece farklı coğrafyalarda belki de bir başka milletin bu acıları yaşamasının önüne geçilebilecek olmasıdır.
|